13 Kasım 2013 Çarşamba

Peri Gazozu




Uzun bir aradan sonra Oku-Yorum kitap kulubü üyeleri, Paşalimanında buluştuk. Seyahatlerle geçen uzun yaz döneminden sonra konuşacak ne çok şeyimiz varmış.

Kasım ayı kitabımız Ercan Kesal'ın Peri Gazozu idi. Hepimiz yönetmenliğini Nuri Bilge Ceylan'ın yaptığı senaryosunu Ebru Ceylan ve Ercan  Kesal'ın  yazdığı  Bir Zamanlar Anadolu'da filmini seyretmiş ve aynı zamanda film de muhtar rolünü üstlenen Ercan Kesal'ın oyunculuğunu da çok beğenmiştik. Peri Gazozu' nu okurken bir çok bölümde filmi anımsadık.Anadolu Bozkır yaşamını  yalın , içten, dokunaklı anlatan kitap hepimizi derinden etkilerken, bazen gözyaşlarımızı tutamamamıza sebep oldu. Meğer hepimizin aklımızın derinliklerinde kalan ne çok benzer hikayeleri varmış.

Tam da yazarın kitabın önsözünde istediği gibi; ''hikayeleri okumak yerine,"seyrettik. Her bir hikayeyi sanki bizde yaşadık, içimizi ısıttı, gönlümüzü yaktı, bize çok tanıdık geldi. Kendimizi bir yandan Anadolu Bozkırının ve insanlarının sıcaklığı içinde bulurken, bir yandan da acımasız zor hayatların içinde bulduk..bazen isyan ettik  düzene, haksızlıklara..

Kitaptan...

"Şimdi bir türlü sığamayıp, delice bir kavgaya tutuştuğumuz, adına Anadolu denen şu kadim topraklarda, binlerce yıl önce hüküm sürmüş, bir Hitit kralının oğullarına bıraktığı vasiyete bakın isterseniz:
" Öldüğümde beni, usulünce yıkayın, göğsünüze yaslayın ve toprağa bırakın. Bu kadar."

Dedemden öğrendiğim," insan olmak" kendi mutlu olduğun şeyleri yanındakilere de iletmektir. İnsan, kendinde olmasını istediği herhangi bir şeyi bir başkası için de aynı şiddette isteyebiliyorsa " insanım" diyebiliyor.
Birbirimizin hayatlarının içindeyiz ve insan olmak galiba " diğerkam" olmaktan geçiyor.

Babam Perkinson'un son evresinde ve artık yatağa bağımlıydı.Annem, babamın yanında namazını kılarken bir ara babamın sesinin çıkmadığını fark eder.:  " Selam verdim..Mevlüt, Mevlüt dedim. cevap vermedi. yanına vardım. ellerini tuttum, soğuktu. Olsun dedim, her zaman soğuk olur zaten.. Ama ağzını yummuş. nefes de yok. o zaman anladım, sonra senin mantı yediğin geldi aklıma. Bakıcı kızı çağırdım kapıdan. Abine haber verme dedim. Mantısını yesin.. Sonra söylersiniz. O baba delisidir, koşar gelir, yemeği yarım kalır."
Oğlu, sevdiği yemeğini bitirsin diye, ölüsünün yanında sessizce bekleyen annenin hikayesini anlattığınızda bir arkadaşınıza, onun hiç tepki vermeden ağladığını görmüşseniz ya da bugünlerde, ağzınıza götürdüğünüz her lokma boğazınızdan bir türlü geçmiyor ve yutkunuyorsanız sürekli ve oğullarını birer birer toprağa veren annelerin ülkesinde, kendi oğlunuzu koklamaktan hicap duymaya başlamışsanız eğer, birbirinizin hayatlarını da fark etmeye başlamışsınız demektir.

Mayısın altısı. Bugün Hıdrellez. Anam erkenden kalkmış, ırmak kenarına gitmiş. Kızılırmak'ın kıyısındaki kumlara şekiller çizecek. Küçük çakıl taşlarından evler, kamıştan figürler  yapacak, derme çatma. Yeğenlere çocuk, torunlara ev, bana da üniversite dileyecek. O gün pazar galiba, okula gitmemişim. Kaç gündür elimden düşürmediğim kitaba dalmışım," Darağacında Üç Fidan." Hüseyin İnan Sarız' a gelmiş, kaçak. Alıcı kuşlar peşimde. Anası sarılmış yavrusuna, bilmiyor başında neler var. oğlu yorgun, uyuyacak. yorgan kısa geliyor. Anası kaygılanıyor, Hüseyin üşür diye.
" Bir daha ki gelişine," diyor.,"yorganı uzatayım."
" Boşuna zahmet etme," diyor Hüseyin, " Belki gelemem."
Niye böyle konuştuğunu anlamıyor anası. Tam burada hep ağlıyorum, yorganın içine saklanarak.
Nevşehir Lisesi'nden ülkücü olarak ayrılırken, Siyasal' a sosyalist olarak girmiştim . Sebebi basit: Hüseyin'in annesinin kısa gelen yorganı.

Geçen günlerde Hakkari' de bir askeri aracın geçişi sırasında düzenlenen mayınlı saldırıda hayatını kaybeden,  Uzman Çavuş Mehmet Çiftçi'nin cesedi bir türlü bulunamamıştı. Aile aramalarına kendilerinin de katılmak istediklerini dile getirdi, Kayıp askerin yıllardır diyaliz tedavisi gören annesi şöyle konuşuyordu;
"Beni götürün yavruma. Ben bulurum onu, kokusundan tanırım .Deliklere bakarım, yollara bakarım. Kuzumu kokusundan bulurum.
Ey zebaniler, ey korku tüccarları, ey kibir heykelleri, vicdan fakirleri, zalimler!
Bırakın kuzuların önünü. Geçip gitsinler ırmağın öte yanına.
Anneleri bulur kokusundan onları. mutlaka bulur.
Bırakın kucaklaşsınlar..

Yakında bir köyde yaşanan şüpheli çocuk ölümü.Küçük bir köye vardık. Geniş avlulu bir ev. Köşesinde bir ambar, İçinde bir buğday yığını ve önünde üstüne çarşaf örtülmüş bir çocuk cesedi. Çocuğun üzerindeki örtüyü kaldırıp ölüm sebebini anlamak için bakındığım sırada, muhtemelen dedesi olan yaşlı adam gözlerini silerek ayağa kalktı ve elimi iki elin arasına alarak sıktı.
" Size de zahmet verdik doktor bey, akşam, akşam.
" Bir soluklanın oturun, bşr ayranımız için." diye devam etti ve köşedeki kadınlara dönüp"Çalkalama yapın çabuk." diye seslendi.
Buğday yığının önünde çocuk.. Topaç gibi, nasıl gürbüz ve güzel. yüzünü, gövdesini elimle yokluyorum.
bu arada ayran telaşı sürmekte.
" İşimiz bitirelim, belki sonra," diyorum.
" Olur mu ayran içmeden olmaz... Asllah aşkına...
Savcı, şaşkınlığımı anlamış olacak ki yüzünde tuhaf bri ifade: " Bunlar böyledir doktor bey. Misafir görünce ölülerini unuturlar," diyor.

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Oyunculuğunu çok çok beğendiğim biri Ercan Kesal .Kitabı da çok güzel anlatmışsınız.