26 Mart 2013 Salı

Elbet Sabah Olacaktır



Mart ayı kitabımız Hıfzı Topuz'un Tevfik Fikret in hayatını anlattığı ''Elbet Sabah Olacaktır" idi. Kitabı tartışmak icin en uygun mekan olarak Aşiyan'daki Tevfik Fikret'in su an müze olarak kullanılan evini seçtik. Güzel bir perşembe sabahı Aşiyan yokuşundan çıkarken, Tevfik Fikret'in insanı kendine geçirtecek güzellikteki manzaraya sahip bu evin  aslinda  onun derin ızdıraplarına tanık olduğunu, her güzelliğin biraz da hüzün barındırdığını zihnimden geçirirken , kulüp üyelerini bahçede buldum.
         
                                          




Kitabı edebi değil, gazeteci gözü ile yazılmış bir roman olarak  değerlendirmek gerektiği ortak fikrimizdi. Tevfik Fikret'i ortaokul yıllarından beri şiirlerinden tanımanın ötesinde, insani yönünü de keşfetmek hepimiz için doyurucu oldu. Kitapta 31 Mart olayının anlatıldığı bölüm son derece bilgilendirici.

    

Tevfik Fikret' i daha derinden anlayabilmek için bu kitap bize bir rehber niteliğinde oldu . Kitap ile birlikte Tevfik Fikret' i yaşadığı yerde hissetmek , onu çalışma masasında otururken, evin salonunda yer alan okuma köşesinde  şöminesinin karşısında kitaplarını okurken ve ya çok önem verdiği dostları ile zevkle döşenmiş yemek masasında yemek yerken sohbet ettiğini düşünmek,  bahçesinde kendi diktigi ve üç guzeller adini verdigi ağacların altında oturarak İstanbul'u vatan, özgürlük, aydınlanma ve demokrasi aşkıyla seyrederken hayal etmek .....

 

Evi gezerken bu düşünceler içindeydik...Sanki onu tanımış, sohbet etmiş gibi...

Tevfik Fikret farsça "Kuş Yuvasi" anlamına gelen Aşiyan ismini verdiği evin projesini kendisi çizmiş. Evin yapımına 1905 yılında başlamış 1906 yılında tamamlamış. Ne yazık ki 9 yıl yaşayabilmiş. Bu dönemde evi  istibdat döneminden bunalmış şair için sığınma ve inzivaya çekilme yeri olmuş.





Evin tüm mimari ve dekorasyonu şaire ait. Doğu ve Batının birbirine karıştığı mistik bir hava evin genel yapısına hakim. Evi gezerken ince zevkine hayran olduk. Sedef kakmalı sediri doğu havasını yansıtırken, yatak odası ve çalışma odasının modern havası batı modernizmini goz onune seriyor.



Salonda yer alan son halife Abdülmecid 'e ait "Sis" (Tevfik Fikret'in sis siirinden etkilenerek yapmis) tablosunun önünde durup , 1908 İkinci Meşrutiyet yoluna giden dönemin yapı taşlarını döşeyen Sis şiirini hatırladık.

SİS
Sarmış ufuklarını senin gene inatçı bir duman,
Beyaz bir karanlık ki, gittikçe artan
Ağırlığının altında herşey silinmiş gibi,
Bütün tablolar tozlu bir yoğunlukla örtülü;
Tozlu ve heybetli bir yoğunluk ki, bakanlar
Onun derinliğine iyice sokulamaz, korkar!
Ama bu derin karanlık örtü sana çok lâyık;
Lâyık bu örtünüş sana, ey zulümlér sâhası!
Ey zulümler sâhası... Evet, ey parlak alan,
Ey fâcialarla donanan ışıklı ve ihtişamlı sâha!
Ey parlaklığın ve ihtişâmın beşiği ve mezarı olan,
Doğu'nun öteden beri imrenilen eski kıralıçesi!
Ey kanlı sevişmeleri titremeden, tiksinmeden
sefahate susamış bağrında yaşatan.
Ey Marmara'nın mavi kucaklayışı içinde
Sanki ölmüş gibi dalgın uyuyan canlı yığın.
Ey köhne Bizans, ey koca büyüleyici bunak,
Ey bin kocadan artakalan dul kız;
Güzelliğindeki tâzelik büyüsü henüz besbelli,
Sana bakan gözler hâlâ üstüne titriyor.
Dışarıdan, uzaktan açılan gözlere, süzgün
Iki lâcivert gözünle nekadar canayakın görünüyorsun!
Canayakın, hem de en kirli kadınlar gibi;
içerinde coşan ağıtların hiç birine aldırış etmeden.
Sanki bir hâin el, daha sen şehir olarak kuruluyorken,
lânetin zehirli suyunu yapına katmış gibi!
Zerrelerinde hep riyakârlığın pislikleri dalgalanır,
İçerinde temiz bir zerre aslâ bulamazsın.
Hep riyânın çirkefi; hasedin, kârgüdmenin çirkeflikleri;
Yalnız işte bu... Ve sanki hep bunlarla yükselinecek.
Milyonla barındırdığın insan kılıklarından
Parlak ve temiz alınlı kaç adam çıkar?

Örtün, evet ey felâket sahnesi... Örtün artık ey şehir;
örtün, ve sonsuz uyu, ey dünyanın koca kahbesi!
Ey debdebeler, tantanalar, şanlar, alaylar;
Kaatil kuleler, kal'ali ve zindanlı saraylar.
Ey hâtıraların kurşun kaplı kümbetlerini andıran, câmîler;
Ey bağlanmış birer dev gibi duran mağrur sütunlar ki,
Geçmişleri geleceklere anlatmıya memurdur;
Ey dişleri düşmüş, sırıtan sur kafilesi.
Ey kubbeler, ey şanlı dilek evleri;
Ey doğruluğun sözlerini taşıyan minâreler.
Ey basık tavanlı medreseler, mahkemecikler;
Ey servilerin kara gölgelerinde birer yer
Edinen nice bin sabırlı dilenci gürûhu;
Geçmişlere Rahmet! ; diye yazılı kabir taşları.
Ey türbeler, ey herbiri velvele koparan bir hâtıra
Canlandırdığı halde sessiz ve sadâsız yatan dedeler!
Ey tozla çamurun çarpıştığı eski sokaklar;
Ey her açılan gediği bir vak;a sayıklıyan
Vîrâneler, ey azılıların uykuya girdikleri yer.
Ey kapkara damlariyle ayağa kalkmış birer mâtemi
sembole eden harap ve sessiz evler;
ey herbiri bir leyleğe yahut bir çaylağa yuva olan
kederli ocaklar ki, bütün acılıklariyle somutmuş,
ve yıllardır tütmek ne... çoktan unutulmuş!
Ey mîdelerin zorlaması zehirinden ötürü
Her aşâlığı yiyip yutan köhne ağızlar!
Ey tabiatin gürlükleri ve nimetleriyle dolu
Bir hayata sâhip iken, aç, işsiz ve verimsiz kalıp
Her nâmeti, bütün gürlükleri, hep kurtuluş sebeplerini
Gökten dilenen tevekkül zilleti ki.. sahtadir!
Ey köpek havlamaları, ey konuşma şerefiyle yükselmiş
Olan insanda şu nankörlüğe lânet yağdıran feryât!
Ey faydasız ağlayışlar, ey zehirli gülüşler;
Ey eksinlik ve kaderin açık ifadesi, nefretli bakışlar!
Ey ancak masalların tanıdığı bir hâtıra: Nâmus;
Ey adamı ikbâl kıblesine götüren yol: Ayak öpme yolu.
Ey silahlı korku ki, öksüz ve dulların ağzındaki
her tâlih şikayeti yapageldiğin yıkımlardan ötürüdür!
Ey bir adamı korumak ve hürriyete kavuşturmak için
yalnız teneffüs hakkı veren kanun masalı!
Ey tutulmıyan vaitler, ey sonsuz muhakkak yalan,
Ry mahkemelerden biteviye kovulanhak;!
Ey en şiddetlikuşkularla duygusu körleşerek
Vicdanlara uzatılan gizli kulaklar;
Ey işitilmek korkusuyle kilitlenmiş ağızlar.
Ey nefret edilen, hakîr görülen millî gayret!
Ey kılıç ve kalem, ey iki siyasî mahkûm;
Ey fazilet ve nezâketin payı, ey çoktan unutulan bu çehre!
Ey korku ağırlığından iki büklüm gemeye alışmış
Zengin fakir herkes, meşhur koca bir millet!
Ey eğilmiş esir baş, ki ak-pak, fakat iğrenç;
Ey tâze kadın, ey onu tâkîbe koşan genç!
Ey hicran üzgünü ana, ey küskün karı-koca;
Ey kimsesiz; âvâre çocuklar... Hele sizler,
Hele sizler...

Örtün, evet, ey felâket sahnesi... Örtün artık ey şehir;
Örtün, ve sonsuz uyu, ey dünyanın koca kahpesi!


Tevfik Fikret' ince zevkini yansıtan sade ve şık salonda oğlu Haluk'un fotoğrafları yer alıyor. Fikret yarın (ferda) olarak gördüğü oğlu Haluk'u  hayalini kurduğu aydın ve eğitimli yarının gençliğinin bir sembolü olarak yetiştirmeyi arzu etmiş, bu sebeple iyi elektrik eğitimi alması için İskoçya'nın Glasgow şehrine yollar.Haluk Fikret'in gözünde gelecek aydın eğitimli neslin temsil-i ruhiyesidir. Onun icin yazdığı siirlerinde ışık, feyz, ziya kelimelerini sıkça kulanmakta..

Sabah Olursa

Bu memlekette de bir gün sabah olursa, Haluk,
Eğer bu memleketin sislenen alın yazısı
Dirençli, dinç bir elin güçlü, canlılık verici
Dokunmasındaki titremle silkinip, şu donuk,
Şu paslanan yüzü halkın biraz gülerse... - O gün
Ben ölmemiş bile olsam, hayata pek ölgün,
Pek az ilişkim olur kuşkusuz; - o gün benden
Ümidi kes; beni kötrüm ve boş muhitimde
Bütün acımla unut; çünkü kör, topal, tükenik
Bakışlarım seni geçmişte görmek ister; sen
Bütün etin, kemiğin, kimliğinle yarısın:
Ve şarkılar gibi hep hep kulaklarımda sesin...

Evet, sabah olacaktır, sabah olursa, geceler
Geçer, kıyamete dek sürmez; en sonunda bu gök
Bu mavi gök size bir gün acır; usanma sakın.
Hayata neş'e güneştir, usanç içinde kişi
Çürür bizim gibi... Siz, ey yarın uzaylıların
Küçük güneşleri, artık birer birer uyanın!
Tükenmez özlemi vardır ufukların ışığa,
Işık, ışık... Bugünün işte ruhu, özlemi bu;
Silin bulutları, silkin o korku gölgesini,
Koşun ışıklar içinden o kutlu kurtuluşa.
Ümidimiz bu; ölürsek de biz, yaşar mutlak
Vatan sizinle şu zindan karanlığından uzak!

Haluk eğitimi icin Iskoçya'ya gittiğinde Hristiyan bir ailenin yanında kalır. Henuz 14-15 yaşlarında olan Haluk bu ailenin etkisinde kalarak Hristiyanlığı seçer ve bir daha yurda dönmez. Tevfik Fikret'in büyük umutlarla yurtdışına gonderdiği Haluk"un bu kararı onu derinden etkiler.

Ferda (Yarın)

Yarınlar senin; senin bu devrim, bu yenilik..
Her şey senin değil mi zaten?.. Sen, ey gençlik,
Ey umudun güzel yüzü, işte karşında aynan:
Temiz ve bulutsuz, ağaran bir gök,
Titreyen kucağını açmış, bekliyor.. Koş, çabuk!
Ey hayatın gülerek doğan sabahı, işte herkesin
Gözleri sende; sen ki hayatın umudusun,
Alnında yeni bir yıldız, hayır, bir güneş.
Doğ ufuklara, önünde şu sıkıntılı geçmiş
Sönsün sonsuza değin.
Bir daha yaşanmasın o cehennem; senin bugün
Cennet kadar güzel yurdun var; şu gördüğün
Zümrüt bakışlı; inci gülüşlü kızcağız
Kimdir, bilir misin? Yurdun.. Şimdi saygısız
Bir göz bu nazlı yüze -Tanrı esirgesin-
Kötü bir gözle baksa, katlanabilir misin?
İster misin, şu ak sakalın temiz, görkemli,
Onurlu alnına, bir kirli el şöyle dursun,
Hatta yabancı bir el uzansın? Şu mezarı
Bırakır mısın, taşa tutsun bir serseri?
Elbette hayır; o mezar, o onurlu alın
Kutsal birer örneğidir yurdun.. Yurt çalışkan
İnsanların omuzları üstünde yükselir.
Gençler, yurdun bütün umudu şimdi sizdedir.
Her şey sizin, yurt da sizin, şeref de sizin;
Ama unutmayın ki zaman ağır, güvenli,
Sessiz adımlarla arkamızdan gelir.
Önden koşan, ama dikkatle her izi
İncelemeye yol bulan bu şaşmaz izleyici
Paylayıp utandırırsa bizi, yazık! Demin
’’Yarınlar senin’’, dedim, beni alkışladın; hayır,
Bir şey senin değil, sana yarın emanettir;
Her şey emanettir sana, ey genç, unutma:
Senden de hesap sorar, yakınır gelecek.
Geçmişe şimdi sen ibretle bakıyorsun,
Gelecek de senden böyle kuşkulanacak.
Her organı ihtiyaç kasırgasıyla sarsılan
Bir kuşağın oğlusun; bunu arasıra anımsa.
Unutma; çağın şimşeklerin bollaştığı çağdır:
Her yıldırımda bir gece, bir gölge yıkılır,
Bir yükseliş ufku açılır, yükselir yaşamak;
Yükselmeyen düşer: ya ilerlemek, ya yıkılmak!
Yükselmeli, dokunmalı alnın göklere;
Doymaz insan denilen kuş yükselmelere...

Uğraş, didin, düşün, ara, bul, koş, atıl, bağır;
Durmak zamanı geçti, çalışmak zamanıdır!


Şairliği  yanında Tevfik Fikret'in ressam kişiliğide  biliniyor. Yine salonda yer alan Krizantemli Vazo ve eşi Nazime hanımı tesmettiği Nazime Hanım Bebek Sırtlarında tabloları da onun güzel sanatlarda da ne kadar başarılı olduğunun ispati niteliginde.



Tevfik Fikret'in Esi Nazime Hanim icin yazdigi' Sen Olmasan' şiiri ona olan sevgisini   anlatiyor.;

Sen Olmasan

Sen olmasan... Seni bir lahza görmesem yâhûd, 
bilir misin ne olur? 
Semâ, güneş ebediyyen kapansa, belki vücûd 
bu leyl-i serd ile bir çare-i te'ennüs arar, 
ve bulur; 
fakat o zulmete mümkün müdür alıştırmak 
bütün güneşle, semâlarla beslenen rûhu, 
bu rûh-i mecrûhu? .. 
Sen olmasan... Seni bulmak hayâli olsa muhâl, 
yaşar mıyım dersin? 
Söner üfûlüne bir lahza kaa'il olsa hayâl; 
soğur, donar, kırılır senden ayrılınca nazar; 
ne hazin 
gelir hayât o zaman vücûda, hem rûha! 
Yaşar mıyız seni kaybetsek âah ben, kalbim, 
bu kalb-i muztaribim? .. 
Sen olmasan... Bu samimi bir itiraf işte: 
Sen olmasan yaşamam; 
Seninle râbıtamız hoş bir iytilâf işte; 
fakat bu râbıta haalî mi ruhu ezmekden? .. 
Akşam 
gurûba karşı düşündüm sükûn içinde bunu: 
Fena değil sevişip ağlamak, fakat heyhât, 
bükaye değse hayât! .. 


Yazlık odanın duvarlarında Edebiyatı-ı Cedide(Servet-i Fünun)  akımının önemli edebiyatçılarına ait tablolar ve fotoğraflar yer alıyor. Müze ilk Edebiyat-ı Cedide müzesi olarak açılmıştı.




Tevfik Fikret, hocası Recaizade Mahmut Ekrem’in aracılığı ile 7 Şubat 1896 tarihli 256. sayısından itibaren Servet-i Fünun dergisinin yazı işleri muduru oldu.. Bundan sonra, yenilik yanlısı yazar ve şairler bu dergide bir araya gelmiş ve Edebiyat-ı Cedîde’yi oluşturdular. Tevfik Fikret’in şiirleri de bu donemde olgunluk evresine ulaşti.Şairin Rübâb-ı Şikeste adlı ilk şiir kitabı bu dönemde yayımlandi. (1899).

Ikinci Meşrutiyet’in ilanından sonra, Tevfik Fikret istibdat idaresinin sona erdiği düşüncesiyle bir süre umutlanır. Hüseyin Cahit ve Hüseyin Kâzım’la birlikte Tanin gazetesini çıkarmaya başlar. Ittihat veTerakkî’yi ve  Ardından “Sis”te lanetlediği İstanbul için “Rücû” şiirini yayımlar.

Rücu

Hayır, hayır, sana râci’ değil bu tel’inât,
Bütün bu levm ü teellüm, bu ibtikâ-yi hayât.
Hayât’i milleti ta’zib eden, muhakkar eden,
Çamurlıyan ne kadar levs varsa hep birden
Kucaklamış, taşımış bir muhite aiddi;

O mel’anet gecesinden uzaktayız şimdi.
Karıştı leyl-i musibet leyâl-i nisyana,
Açıldı gözlerimiz bir sabâh-ı rahşâna.
Sen, ey muhît-i teceddüd, o leyl-i menhûsun
Seninle nisbeti yok; sen şereflisin, ulusun.

Ne sis yüzünde ne zül; bilâkis, safâ vü vakaar,
Doğan güneş gibi sâfî bir infilâkın var.
Ufukların bütün enzârı sende, pür-hayret;
Bugün senin medeniyyet, müsâlemet, safvet

Adâlet istiyen âvâz-ı hak-nümûnunla,
Bugün senin harekâtın veya sükûnunla,
Takarrür eyliyecektir huzûr-i istikbâl;
Senin selâmet-i fikrin demek selâmet-i hâl!
Güzel düşün. İyi hisset, yanılma, aldanma.

Ne varsa doğrudadır, doğruluk şaşar sanma.
Koş ittihâda, teâliye, sa’ye, ikbâle;
Fakat unutma ki yol intizâm-ı meşvetle
Yakınlaşır, kısalır… Doğru at adımlarını;
Düşün; bugünkü adımlar hazırlıyor yarını!
Ve siz, ey ordumuzun anlı şanlı efrâdı,

Siz ey güzel vatanın bergüzîde evlâdı,
Siz ey küşâde alınlar, güzîde vicdanlar,
Siz ey yürekli ve aslan yürekli insanlar!
İçimde şimdi ne hisler, nasıl temenniler,
Ne neş’eler coşuyor, bilseniz, ne vecd-âver

Terâneler coşuyor… Bunların hâkir ü güzîn
Meâli şi’ri sünühâtı, rûhu, lâfzı sizin;
Sizin ne varsa sizin; hepsi hepsi hepsi sizin!
“Sen ey muhit-i teceddüd, o leyl-i menhusun
Seninle nisbeti yok; sen şereşisin, ulusun”

Mesrutiyetin ilanindan sonra bir ara demokrasi ve özgürlük icin umitlenen Tevfik Fikret' Ittihat ve Terakki'nin baskıcı idaresi karşısında tekrar derin bir ümitsizliğe girer. Doksan Beş'e Dogru  şiiri işte bu ümitsizliği anlatır.

Bir devr-i şeamet, yine çiğnendi yeminler; 
Çiğnendi, yazık, milletin ümmid-i bülendi! 
Kanun diye topraklara sürtündü cebinler; 
Kanun diye, kanun diye kanun tepelendi... 

Eyvah! Otuz üç yıl o zehir giryeleriyle, 
Hüsranları, buhranları, ehvali, melali, 
Amal-ü devahisi ve sulh-ü seferiyle 
Bir sel gibi akmış, mütevekkil, mütehali... 
Yazsın bunu tarih-i iber hatt-ı zeriyle! 

Ey bir dem-i rüya gibi geçmiş kara günler, 
Bir lahza edin seyr-i cahiminizi tekrar; 
Dönsün bize o derin nazra-i muğber... 
Heyhat! Otuz üç yıl, otuz üç yıl bütün ekdar 
Heyhat! Ne bir ders, ne bir fikr-i mukarrer 
Silmez fakat elvahını tarih-i muanit; 
Doksan beşi aç! Gölgesi bir tac-ı harisin 
Saklar mütelaşi, mütereddit, mütemerrit 
Evca-ı şebengizini bir yevm-i habisin. 
Hala o vesavis, o desayis, o mefasit. 

Hala o şebin zeyl-i temadisi bu ezlam; 
Hala o cehalet, o tecahül ve o techil; 
Hala vatan hissesi bir tude-i alam; 
Hala düşünen başlara hep latme-i tenkil, 
Hala sırıtan dişlere hep lokma-i inam! 
Hala tarafiyyet, hasabiyyet, nesebiyyet; 
Hala: ‘Bu senindir, bu benim!’ kısmeti cari; 
Hala gazap altında hakikatle hamiyyet... 
Hep dünkü terennüm, sayıdan, saygıdan ari; 
Son nağmesi yalnız: Yaşasın sevgili millet! 

Millet yaşamaz, hakka tahassürle solurken 
Sussun diye vicdanına yumruklar inerse; 
Millet yaşamaz, meclisi müstahkar olurken 
İğfal ile, tehdit ile titrer ve sinerse; 
Millet yaşamaz maşer-i millet boğulurken! 

Kanun diyoruz; nerde o mescud-i muhayyel? 
Düşman diyoruz nerde bu? Hariçte mi, biz mi? 
Hürriyetimiz var, diyoruz, şanlı, mübeccel; 
Düşman bize kanun mu? Ya hürriyetimiz mi? 
Bir hamlede biz bunları, kahrettik en evvel. 

Bir hamle-i mahnum-i tagallüple değiştik 
Hürriyeti şahsiyyete, kanunu gurura; 
Heyhat! Otuz üç yıl geri düştük ve mühlik 
Yoldan şu nedametli ve gafletli mürura 
Bişüphe o humma-yi cünun oldu muharrik, 

Ey millete bir sille olan darbe-i münker, 
Ey hürmeti kanunu tepen sadme-i bidad, 
Milliyeti, kanunu mukaddes tanıyan her 
Vicdan seni lanetle, mezelletle eder yad... 
Düşsün sana meyyal-i tahakküm eğilen ser 
Kopsun seni –bir hak diye- alkışlayan eller 

Aşiyan'a taşındıktan sonra şeker hastalığı sebebi ile oldukça zor günler geçirir, sihhati günden güne bozulur. 19 Agustos 1915 de Asiyan'daki evinde hayata gözlerini yumdu.



























7 Mart 2013 Perşembe

Mostar Köprüsü

Gündüz Vassaf ın şiirsel kitabı "Mostari- Bir Köpru Bekçisinin Günlüğü" Yapı Kredi Yayınlarından çıktı. Mostar Köprüsünden çok etkilenmiş, Bosna savaşında yıkıldıktan sonra 1997 de tekrar yapımına başlanılan ve 23 Temmuz 2004 tarihinde açılışı yapılan Köprüyü ziyaret etme şansım olduğundan, "Mostari:Bir Köprü Bekçisinin Günlüğü"  özellikle dikkatimi çekti. Bir günlük niteliğinde siirlerden oluşan kitap bu haftaki başucu kitabım oldu.

Arka sayfadan;

Mostar’da günlerim, aylarım, bir türlü ayrılamadığım Köprübaşında geçti. Anı notları diye yazmaya başladıklarım ayakta bekleyen bir köprü bekçisinin nöbet defterine dönüştü.  Bazen yüzlerce turist arasında, bazen gece saatlerinde tek başıma Köprü’yü bekledim. Ben Köprü’yü sahiplendim, o beni zapt etti.  Bana neler yaşattıysa ben de dünyamı, duygularımı, düşünce ve hezeyanlarımı onunla paylaştım. Taa ki bir gün beni azad edene kadar.”

Yazar ve psikolog Gündüz Vassaf’ın Mostari – Bir Köprü Bekçisinin Günlüğü kitabının macerası, Birleşmiş Milletler Barış Gücü’nde çalışırken Bosna’da yaşayan kuzeninin Mostar’daki evinde kalabileceğini söylemesiyle başlar. Mostar’a varışının ertesi günü, dünyanın dört tarafından gelen herkes gibi Vassaf da evrensel ününe savaş acıları eklenmiş Mostar Köprüsü’nün yolunu tutar, yanında taşıdığı küçük defterini çıkarıp bir kaç gözlemini yazar. Hava kararmaya başladığında, elinde kalemi, Köprü duvarının üstünde defteri, kendini de dönüştürecek bir alemin beklenmedik yolculuğuna çıkar.
Anı olarak yazmaya başladığı notların bir köprü bekçisinin nöbet defterine dönüşür.

“Bazen yüzlerce turist arasında, bazen gece saatlerinde tek başıma Köprü’yü bekledim. Ben Köprü’yü sahiplendim, o beni zapt etti.  Bana neler yaşattıysa ben de dünyamı, duygularımı, düşünce ve hezeyanlarımı onunla paylaştım. Taa ki bir gün beni azat edene kadar.”
Ve...  Tam da Köprü yolculuğu bitmek üzereyken savaşın çıkmaz sokağından bir  sesleniş... Mostar Manifestosu!

MOSTAR GÜNCEM

                                 

Mostar Köprüsü  Bosna-Hersek'in Mostar şehrinden geçen, Neretva Nehri üzerinde Mimar Sinan'ın öğrencisi Mimar Hayreddin tarafından 1566 yılında inşa edilmiş. Köprünün yapılması ile birlikte bölgenin ticari hayatı da büyük bir canlılık kazanmıs. Köprü inşaatında 456 kalıp taş kullanılmış.

                                             

                                    

Fotoğraftaki köpru ise Küçük Mostar Köprüsü. MostarKöprüsü inşa edilmeden önce deneme icin küçük bir orneği yapılmış.

                                       

1992 Bosna savasşı basladiginda Mostar şehri de savaştan etkilenmiş. Sırplarin top atışlarına dayanmaya çalışan sehrin simgesi Mostar köprüsü Hırvat güçleri tarafından maalesef 1993 yılında yıkılmış.


                                                

Köprünün yıkılışınıhuzunlu gözlerle seyreden Mostar halkı Köprü tekrar inşa edildiğinde köprüden nehre düşen taşlardan birine Köprülerinin yıkıldığı tarihi unutmamak için bu tarihi yazmışlar.  "Don't Forget '93"

                                        

Savas sona erince Türk Hükümetinin de katkıları ile köprü tekrar, orjinaline %100 sadık kalinarak insa edilmeye başlandı.Koprunun insanini yine bir turk sirketi olan ER-Bu yapti. Orjinal taşlar köprü yıkılırkennehre döküldüğünden kullanılamadı ama 1566 yılında köprü ilk inşa edildiğinde kullanılan taşların bulunduğu taş ocağı tekrar açıldı ve bu madenden çıkarılan aynı tip taşlar köprününn ikinci inşasında da kullanıldı.





Yıkılan Mostar Köprüsünün kalıntıları nehir kenarında görülebiliyor.




Mostar Köprüsü ve eski Mostar Şehri 1995 yılında UNESCO tarafından Kültür Mirasları Listesine alındı.

Mostar sehrinden bir kac kare;