19 Şubat 2013 Salı

Kürk Mantolu Madonna

Şubat ayı toplantımızda daha önce belirlediğimiz gibi Sabahattin Ali'nin Kürk Mantolu Madonna' sını tartıştık. Aslında tarih olarak da Sabahattin Ali'nin doğum günü 25 Şubat olması sebebi ile ve bizim  bu ay da toplanıp onu tartışmamız bakımından güzel bir hoşluk yarattı.
Kürk Mantolu Madonna' ya geçmeden önce Sabahattin Ali üzerine bir kaç söz söylemek gerek.

Sabahattin Ali




Sabahattin Ali 25 Şubat 1907 de Gümülcin' ye bağlı Eğride de doğdu. Babası yüzbaşı piyade Selahattin Ai bey idi. Sabahattin Ali Aliye hanim ile evlendi, 1937 de kizi Filiz Ali dünyaya geldi.
1926 da İstanbul Öğretmen okulundan mezun olarak Yozgat 'ta ilkokul öğretmenliği yaptı. Maarif Vekaletinin açtığı sınavı kazanarak Almanya 'da iki yıl eğitim gördü. dönüşünde Aydın'da ve Konya'daki  bir okulda Almanca öğretmenliği yaptı.
Konya'da öğretmenlik yaparken Atatürk'ü eleştiren bir şiir okuduğu gerekçesi ile tutuklandı ve bir yıla mahkum edildi. Cumhuriyetin 10. yılı sebebi ile çıkarılan aftan faydalanarak hapisten çıktı. Ankara'ya giderek tekrar görevine atanmak için izin istedi. Donemin bakani Hikmet Bayur kendisinden eski dusuncelerinden vaz gectigini ispat etmesini isteyince , o da Varlık dergisinde "Benim Aşkım" şiirini yayınlayarak Ataürk'e bağlılığını ıspatlamaya çalıştı.

Benim Askim:
Sensin kalbim değildir, böyle göğsümde vuran,
Sensin "Ülkü" adıyla beynimde dimdik duran
Sensin çeyrek asırlık günlerimi dolduran
Seni çıkartsam ömrüm başlamadan bitiyor
Hem bunları ne çıkar anlatsam bir düziye
Hisler kambur oluyor dökülüyor yazıya
Kısacası gönlümü verdim Ulu Gazi’ye
Göğsümde şimdi yalnız onun aşkı yatıyor.”

 Hifzi Topuz'un Eski Dostlar kitabında bu konu  şu şekilde anlatılıyor;

Sabahattin Ali'nin Atatürk'e büyük hayranlığı vardı, bunu belirten bir şiir yazar ve Atatürk' e duyurmak ister. Bu konu Atatürk' e yansıtılır. Kendisine Sabahattin Ali'nin af yasasından yararlanarak görev istediği anlatılır. Milli Eğitim Bakanı Hikmet Bayur, Atatürk'e,
"Paşam , der, "hakkınızda ağır bir şiir yazmış olan bşr öğretmen vardı ya, aftan yararlanarak tekrar öğretmenliğe atanmak istiyor."
"Atanmasında yasal bir sakınca var mı?"
"Hayır Paşam"
"İşlediği suç size karşıdır da."
"Aşkolsun sana! Beni, kişisel gücenikliğim dolayısıyla yasal gerekliliklerin yerine getirilmesini önleyecek ölçüde egoist mi sandın? O genci ilk açılacak yere atayınız.

Böylece Sabahattin Ali Ankara II. Ortaokul'da öğretmenlik yapmaya başladı.Bu dönemlerde Türkiye'nin sosyal gerçekliğini anlatan öyku ve romanlarını yazmaya başladi..Değirmen, Kuyıcaklı Yusuf, İçimizdeki Şeytan, Kürk Mantolu Madonnna.
Daha sonra Devlet konservatuvarına atanır ve Carl Ebert'in çevirmenliğini yapmaya başladı.
Fakat işler hep böyle düzgün gitmedi. Aşırı milliyetçi kesimle problemler çıkmaya başladı, NihalAtsız' bir yazısında kendisine hakaret ettiği sebebi ile mahkemeye verdi..Dava çok sıkıntılı geçti. Bir çok gösteri oldu..  Davayı kazandi, Atsız dört ay mahkum oldu ama Sabahattin Ali eleştirilerden kurtulamadı.. O sıralarda Milli Eğitimin bünyesindede değişiklikler oldu ve Sabahattin Ali İstanbul' gelip ve AzizNesin ile birlikte haftalık mizah dergisi Markopaşa'yı çıkarmaya başladi.
Fakat Markopaşa'da başina dertler açti. Falih Rıfkı'ya ve Cemil Sait Barlas' a hakaretten ceza aldi ve  dergi kapatıldi, Merhumpaşa, Malumpaşa, Ali Baba adlarında tekrar çıkartıldi Büyük bir baskı altında idi. Hükümeti eleştirdiği gerekçesi ile tutucu çevrelerden baskı gördü ve tekrar mahkum edildi.. 4 ay hapis yattıktan sonra Sırca Köşk adlı kitabı toplatılir.
Onun için yurt dışına kaçmaktan başka çare kalmamıştı. Bir dostunun yardımı ile komyonculuk işine girer ve Anadolu'ya seyahet etmeye baslar.  Artık kaçış planını uygulamanın sırası gelmiştir.
Yanında kaldığı dostu Mehmt Ali Bey ' gönderdiği mektupta kacisini ve sebebini şöyle anlatıyor;

"Sevgili Mehmet Ali,
Sana bu satırları yazarken çok sıkılıyorum. Bu mektubu aldığınız zaman ben bir müddet için ortadan yok olmuş olacağım. Türkiye' de benim için bütün kapılar kapandı. Tam bir imkansızlık içindeyim. Buradan kaçmayı ne zamandır düşünüyordum, ama bir türlü karar veremiyordum. Karar verememin nedeni karım ve kızımın varlığı, bir de senin ve Adalet'in bana karşı göstermiş olduğunuz yakınlıktı. Ayrılamadım, ayrılamıyordum. Fakat artık iş burada bitti. Şimdi bu memleketten gidiyorum, kaçıyorum. İnşallah yakın bir zamanda, daha iyi şartlarda görüşürüz."

Ali Ertekin adlı birinin yardımı ile Bulgaristan'a kaçmaya çalışırken Ali Ertekin tarafindan şaibeli bir şekilde  öldürüldüğü bildirildi. Hala Sabahattin Ali cinayeti faili meçhul cinayet olarak gizemliğini korumaktadır.
Alev Cukurkavakli tarafindan kaleme alinan "Sabahattin Ali Olayi"adli kitapta  Ali Ertekin'in itiraflari derlenmiş ve cinayet Ali Ertekin' in ağzından şu şekilde anlatılıyor:
"Sisli suvari okulunda inzibat başcavuşuyken, bir tüfek kayboldu, beni sorumlu tutup ordudan ihrac ettiler. Istanbul'da is buldum. Adalet Cimcoz adlı bir kadınin kamyonu vardı. Trakya'dan peynir getiriyordu. Sabahattin Ali' de bu kadının katibiydi.Giren çıkan mallari kontrol ediyordu. Beraber, Kirklareli Üsküp nahiyesine peynir almaya gittik. Sabahattin Ali, mandıra yerine ormanın icine ve sınıra doğru yürümeye başladı. Önce Bulgaristan'a sonra Moskova'ya gideceğini, Turkiye'ye dönüp, hükümeti devireceklerini soyledi. Ben karşı çıktım, sınırdan geçemeyeceğimiz soyledim. Tartıştk, elimde kalın bir ağac dalı vardı, vurdum yere yığıldı."
Kaynakca; Sol portal, Vikipedi, Hifzi Topuz (Eski Dostlar), Alev Çukurkavakli (Sabahattin Ali Olayı2)

Kurk Mantolu Madonna



Oku-Yorum Kitap Kulübü olarak çok uzun zamandır Sabahattin Ali'yi okumayı çok istiyorduk ve Kürk Mantolu Madonna bizim için doğru bir başlangıç oldu.  Kitabı tartışmaya başlarken hepimizin ortak yorumu kitabın ilk bölümünü daha çok sevdiğimiz yönündeydi. Belli ki ikinci bölümde ilk bölümden bağımsız bir konu olarak işlenen  aşk hikayesine nazaran, ilk bölümde anlatılan küçük bir memurun iş bulma hikayesi ve yeni işinde tanıştığı Raif Efendi'yi anlattığı bölüm çok daha gerçekçi ve  etkileyici geldi  bize.Kitapta  üzerinde tartıştığımız konulari kisaca ozetlersek;

Çoğumuz bir insan hakkında bir hüküm verirken önyargılı davranır, üzerinde hiç de çok düşünmeden onu tanımlamaya çalışırız.Hatta çoğu kişi için çok fazla hüküm bile vermeye değer bulmaz, belki bir eşya üzerinde çok daha fazla düşünürken, onun için hiç bir şey düşünmeyiz bile. Onların birer geçmiş, yaşanmışlıkları, duyguları olduğunu unuturuz. Sonra hiç ummadığımız bir anda, bu dikkate almadığımız insanların çok farklı ve şaşırtıcı bir hayatları olduğu gerçeği ile karşılaşıp, şaşırır ve sorgulamaya başlarız.

Kitaptan;
Raif bey hiç de fevkalade bir adam değildi. Hatta pe alalade, hiç bir hususiyeti olmayan, her gün etrafımızda yüzlercesini görüp de bakmadan geçtiğmiz insanlardan biriydi. Böyle kimseleri gördüğümüzde çoğu ke kendi kendmize sorarız:"Acaba bunlar neden yaşıyorlar? Yaşamakta neler buluyorlar?
Bunu düşünürken yalnız o adamların dışlarına bakarız, onların da birer kafaları, bunun içinde, isteseler de istemeseler de işlemeye mahkum birer dimağları bulunduğunu, bunun neticesi olarak kendilerine göre bir iç alemleri olacağını hiç aklımıza getirmeyiz.
İnsanlar nedense daha ziyade ne bulacaklarını tahmin ettikleri şeyleri araştırmayı tercih ediyorlar. Dibinde bir ejderhanın yaşadığı bilinen bir kuyuya inecek bir kahraman bulmak, muhakkak ki , dibinde ne olduğu hiç bilinmeyen bir kuyuya inmek cesaretini gösterecek bir insan bulmaktan daha kolaydır.

Dünyanın en basit, en zavallı, hatta en ahmak adamı bile, insanı hayretten hayrete düşürecek ne müthiş ve karışık bir ruha maliktir!.. Niçin bunu anlamaktan bu kadar kaçıyor ve insan dedikleri mahluku anlaşılması ve hakkında hüküm verilmesi en kolay şeylerden biri zannediyoruz? Niçin ilk defa gördüğümüz bir peynirin evsafı hakkında söz söylemekten kaçtığımız halde ilk rast geldiğimiz insan hakkında son kararımızı verip gönül rahatligiyla öteye geçiveriyoruz?

Memuriyet görevinden ayrılan yazar, yeni bir iş arayışındadır. Tam o esnada tesadüf eseri okul arkadaşı Hamdiye'ye rastlar. Hamdi bir Kereste işleri ile uğraşan bir şirkette müdür muavini olarak çalışmaktadır. Artık mühim bir görevdedir ve okul arkadaşına yardım etmek ister. Sabahattin Ali bu karşılaşmayı ve iki arkadaşın değişen sosyal statülerinin tavırlarına nasıl yansıdığını çok gerçekçi anlatıyor;
Mühimce mevkilere geçen adamların esaslı adetlerinden biri de galiba eski ve -kendilerinden geri kalmış-  arkadaşlarına karşı gösterdikleri bu biraz da şuurlu dalgınlıktı (Hamdi yazarı evine davet ediyor ve eşine tanıtmayı unutuyor!)
Sonra, o zaman kadar" siz " diye hitap ettikleri dostlarına birden bire ahbapça " sen" diyecek kadar alçak gönüllü ve babacan oluvermek, karşısındakinin sözünü yarıda kesip rastgele manasız bir şey sormak ve bunu gayet tabii olarak, hatta çok kere şefkat ve merhamet dolu bir tebessümle birlikte yapmak..
Nedense, hayatta bir müddet beraber yürüdüğümüz insanların başına bir felaket geldiğini, herhangi bir sıkıntıya düştüklerini görünce bu belaları kendi başımızdan savmış gibi ferahlık duyar ve o zavallılara, sanki bize de gelebilecek belaları kendi üstlerine çektikleri için, alaka ve merhamet göstermek isteriz.
Dün akşam beni yolda otomobiline alan mektep arkadaşımla, on iki saatten biraz fazla zaman dilimi içinde, aramızda ne kadar büyük bir mesele hasıl olmuştu.! İnsanlar arasındaki münasebetleri tanzim eden amiller ne kadar gülünç, ne kadar dıştan, ne kadar boş ve bilhassa asıl insanlıkla ne kadar az alakası olan şeylerdi...

Bazen ufak bir umut, küçük bir haber birden bire ruh halimizi değiştiriveriyor. Tipki Raif bey'in karısında olduğu gibi.
Hastanın halindeki ufak bir iyilik karısının bütün telaş ve heyecanlarını alıp götürmüştü. Şimdi kafası eskisi gibi ev dertleri, yemek ve çamaşır işleri ile doluydu. Bütün basit insanlarda olduğu gibi , kederden sevince, heyecandan sukunete geçiyor ve bütün kadınlar gibi her şeyi çabucak unutuyordu.

Raif efendinin herşeye karşı soğukkanlı ve ifadesiz suratla bakmasının nedenlerinden biri şu paragrafta anlatılmış;
Eski Roma tarihinde , Mucius Scaevola isminde bir murahhasın düşmanla sulh müzarekesi yaparken, kendisine teklif edilen şartları kabul etmezse öldürüleceği yolundaki tehdide cevap olarak, kolunu yanı başındaki ateşe sokup dirseğine kadar yaktığını ve bu sırada sükunetle müzakereye devam ederek, böyle tehditlerle korkutulamayacağını gösterdiğini okuduğum zaman, elimi aynı şekilde bir ateşe sokmak ve aynı metaneti nefsimde denemek arzusuna kapılmış ve parmaklarımı oldukça ağır bir şekilde yakmıştım. En büyük bir acıya yüzündeki tebessümü muhafaza ederek tahammül eden bu adamın hayali beni hiç bir zaman terk etmemiştir.


 Sabahattin Ali'nin aska dair bakışı Mari'nin ve Raif bey'in gözünde farklı şekillerde anlatılıyor.

Raif beyi'in  aşk hakkındaki yorumu;
İçinde hakikaten sevmek kabiliyeti olan bir insan hiçbir zaman bu sevgiyi bir kişiye inhisar ettiremez. ve kimseden  de böyle yapmasını bekleyemez. Ne kadar çok insanı seversek, asıl sevdiğimiz bir tek kişiyi de o kadar çok ve kuvvetli severiz. Aşk dağildikça azalan bir şey değildir.


Maria'nın ise aşka bakışı farklı;

" Benim beklediğim aşk başka! O, bütün mantıkların dışında, tarifi imkansız ve mahiyeti bilinmeyen bir şey. Sevmek ve hoşlanmak başka, istemek, bütün ruhuyla, bütün vücuduyla , her şeyiyle istemek başka.. Aşk bence bu istemektir. Mukavemet edilmez bir istemek!"

Diğer üzerinden gectiğimiz bölümler ise;
Zaten kadınlar pek acayip mahluklardı. Bütün hatıralarımı toplayarak bir hüküm vermek istediğim zaman, kadınların hiç bir zaman sahiden sevemeyecekleri neticesine varıyordum. Kadın sevebileceği zaman sevmiyor, ancak tatmin edilemeyen arzulara üzülüyor, kırılan benliğini tamir etmek istiyor, kaybedilen fırsatlara yanıyor ve bunlar ona aşk çehresi altında görünüyordu.

Kaybedilen en kıymetli eşyanın, servetin, her türlü dünya saadetinin acısı zamanla unutuluyor. Yalnız kaçırılan fırsatlar asla akıldan çıkmıyor ve her hatırlayışta insanın içini sızlatıyor. Bunun sebebi herhalde, "Bu öyle olmayabilirdi!" düşüncesi, yoksa insan mukadder telakki ettiği şeyleri kabule her zaman hazır.


Kendimi bildim bileli, bütün günlerimi, haberim olmadan ve nefsime itiraf etmeden, bir insanı aramakla geçirmiş ve bu yüzden bütün diğer insanlardan kaçmıştım. o resim aradığım bu insanı bulmanın mümkün olduğuna, hatta ona pek yakın bulunduğuma, bir müddet olsun beni inandırmış, içimde, bir daha unutulması kabil olmayan bir ümit uyandırmıştı.



Muhakkak ki bütün insanların birer ruhu vardı, ama bir çoğu bunun farkında değildi ve gene farkında olmadan geldikleri yere gideceklerdi.



Bir ruh, ancak bir benzerini bulduğu zaman ve bize, bizim aklımıza, hesaplarımıza danışmaya luzum bile görmeden, meydana çıkıyordu. ..Biz ancak o zaman sahin yaşamaya başlıyorduk.



Eskiden her insan hakkında, hiç bir esasa dayanmadan, sırf mukavemet edilmez bir hissin, bir peşin hükmün tesiriyle nasıl:"Bu beni anlamaz" demişsem, bu sefer bu kadın için, gene hiç bir esasa dayanmadan, fakat o yanılmaz ilk hisse tabi olarak : " İşte bu beni anlar!" diyordum.



 Bu akşam anladım ki, bir insan diğer bir insana bazen hayata bağlandığından çok daha kuvvetli bağlarla sarılabilirmiş. Gene bu akşam anladım ki, onu kaybettikten sonra, ben dünyada ancak kof bir ceviz tanesi gibi yuvarlanıp sürüklenebilirim.


Bazen iki insan ne kadar uyumlu olursa olsun, ne kadar iyi anlaşırsa anlaşsın bu onları bir arada tutmak için yetmeyebilir. bir noksanlık vardır. Bu uyumun aşka dönüşebilmesi için farklı bir şey gerekir. Maria ve Raif arasında olanlar gibi..
"Şimdi aramızda noksan olan şeyin ne olduğunu biliyorum!" dedi. "Bu eksik sana değil, bana ait..Bende inanmak noksanmış. ..Beni bu kadar çok sevdiğine bir türlü inanmadığım için , sana aşık olmadığımı zannedediyormuşum..









2 yorum:

Adsız dedi ki...

Hem Yazar hem de Kitabı hakkındaki bilgiler çok güzel derlenmiş, ellerinize sağlık.

Adsız dedi ki...

çok güzel bir yorum.sevgiler.