26 Aralık 2012 Çarşamba

Huzur:Ahmet Hamdi Tanpınar

                                                   \

Ocak Ayı Kitabımız Ahmet Hamdi Tanpınar'in Huzur'u

Ocak Ayı için kitap tavsiye sırası bende idi.  Akmerkez Remzi Kitabevinde dolaşırken gözüme Neşe Mesutoglu'nun 'Yazarlarin Istanbul'u' kitabi takildi. Neşe Mesutoglu, Ilber Ortaylı, Sunay Akin, Ahmet Ümit, Buket Uzuner, Semavi Eyice, Muazzez Ilmiye Çiğ, Ara Guler, Hıfzı Topuz, Emre Kongar, Çetin Altan, Aydın Boysan, Artun ile Istanbul hakkinda soru cevap seklinde sohbet etmis. 

Remzi Kitabevinin pek sevdigim cafesinde kahvemi icerken bir çırpıda okuyuverdim. Bir İstanbul aşığı olarak, o an bu ayki kitabimin kahramaninin Istanbul olmasina karar verdim. Istanbul benim icin cok ozel bir anlam ifade ediyor. Aslen Ankara'lıyım. Universiteden sonra Istanbul'a taşındim ve son yirmi senedir Istanbul benim en iyi arkadasim oldu. Arkadaşım diyorum çünkü bana çok iyi arkadaşlık yapar ve çoğu kez Istanbul ile randevum olur. . Istanbul beni bazen Galata'da güzel ve tarihi binaları arasında misafir ederken, bazen Eminönün den  Tahtakale ye, Mercan' a alışverişe götürür, bazen Sultanahmet' de köfte yiyip, camilerini gezdiriken, bazen de Bebek'te sahilde dolaşıp, Arnavutkoy'de bana nefis balıklarını ikram  eder. . Misafirperverligi cok guzeldir ama ona misafir olanlar nedense hiç nazik değillerdir. Her şeye rağmen Istanbul tüm güzelliği, umutlari, boğazı, balık ekmeği,  havası, yeşilliği, kokusu, martıları, kedileri, köpekleri, yunusları ile hepimizi kucaklamaya devam ediyor.

Kitabımın konusunu belirleyince Istanbul'u en iyi anlatan kitapları araştırdım ve bir liste oluşturdum. 

Huzur                                       Ahmet Hamdi Tanpinar
Istanbul'un bir Yeri                    Refik Halid Karay
Uc Istanbul                               Melih Cevdet Kuntay
Esir Sehrin Insanlari                  Kemal Tahir   
Hatiralar ve Istanbul                 Orhan Pamuk     
Agir Roman                              Metin Kacan
Istanbul Hatirasi                        Ahmet Umit
Leyla'nin Evi                             Zulfu Livaneli
Istanbul Bir Masaldi                  Mario Levi
Saltanat Sehri Istanbul               John Freely
Istanbul Tulumbacilari (hikaye)  Resat Ekrem Kocu
Risal-i Evsaf-i Istanbul               Latifi Celebi


 Listede kendi belirlediğim dört kitabi klup uyelerine tanittim. Oy birligi ile Ocak ayı kitabını Ahmet Hamdi Tanpınar'in Huzur Kitabı olarak belirledik. Boylece yazarin 'Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nden sonra 2. kitabini da okumuş olacak.



Ocak Toplantısı;  

HUZUR; Ahmet Hamdi Tanpınar

Büyük gün geldi çattı. Sabah 11 de Idil hanimin evinde bu ay ki kitabımızı tartışmak üzere toplandik. İdil hn, her zamanki güler yüzü ile bizi karşıladı. Hazırladığı harika lezzetler masada bize göz kırpıyordu. Bu lezzetleri ayin kitap menüsünde bulabilirsiniz.

Öncelikle ortak görüş Huzur'u bütün kulüp üyeleri beğenmişti. Ancak betimlemelerin uzunluğu bazen okuma hızını zayıflatmış olduğu yönündeydi..

Kitabın Ana Karakterleri
Nuran, Mümtaz, İhsan, Macide, Suat, Tevfik bey kitabın ana kahramanları olarak öne çıkıyor.Mümtaz kitabın baş karakteri. Yazarın bir bakıma kendisini özdeşleştirdiği karakter. Son derece eğitimli, kültürlü, duygusal . İhsan Mümtazın büyük kuzeni. Anne ve babasını kaybeden Mümtaz Macide ile evli İhsan'ın yanına yerleşiyor. İhsan fikirleri ile Mümtazın hayatında yer tutan çok önemli bir kahraman. Keza karısı Macide de İhsan'a yoksun olduğu anne ve aile sıcaklığını veriyor. Macide'nin oğlu Ahmet'i doğururken kendisini ziyarete gelen kızını o esnada bir trafik kazasında kaybetmesi aile özellikle Macide üzerinde büyük bir travma yaratıyor. Kaza esnasında dünyaya gelen Ahmet hep bu ölüm sorumluluğunu hissediyor. 
Mümtaz, kendisini bir yabancı kadınla aldattığı eşi Fahri'de ayrılan ve Fatma adında küçük bir kızı olan Nuran'a bir ada vapurunda rastlıyor ve büyük bir aşkla bağlanıyor. Fakat Fatma aralarında bir engel olarak boy gösteriyor. Nuran'ın dayısı eski bir İstanbul beyefendisi, İstanbul'u doyasıya yaşamış Tevfik bey en müstesna karakterlerden biri. 
Suat ise karşımıza romanın kötü, huzuru kaçıran karakteri olarak çıkıyor. Nuran'a aşık takıntılı biri. Mümtaz'la Nuran'ın evlenmeye karar verip kendilerine bir ev tuttuklarında, kiraladıkları evde kendisini asarak onların mutluluğuna son noktayı koyuyor.


Kitabın İncelenmesi


Kitabın baş kahramanları Mümtaz, Nuran ve onlara ev sahipliği yapan İstanbul.Mümtaz ve Nuran in huzuru arayan aşkları ilk etapta Mümtaz için huzur sağlasa da, çevrenin etkisi, çocukluğunda önce babasını sonra annesini kaybetmenin vermiş olduğu psikoloji ile içinde hep Nuran'i kaybetme korkusu yaşıyor. Bu korku bir süre sonra onun kuruntulara kapılmasına neden oluyor.

Nuran'a bağlılığı, onu yaşamının merkezi, huzura giden yol olarak görmesi, ona olan aşkının tüm benliğin kaplaması kitapta ayrıntılı olarak anlatılıyor. Nuran'i ilk ada vapurunda gördüğü an Nuran'in hep aradığı kadın olduğunu şu şekilde anlatıyor;
''Mümtaz için kadın güzelliğinin iki büyük şartı vardi; Biri İstanbul' lu olmak, öburu de Boğaz'da yetişmek. Üçüncü ve belki en buyuk şartının tıpa tıp Nuran' a benzemek, Türkçe'yi onun gibi taganni edercesine konuşmak, karşısındakine onun gözlerinin ısrarıyla bakmak, kendisine hitap edildiği zaman kumral basının onun gibi sallayarak konuşana dönmek, elleriyle ayni jestleri yapmak, konuşurken bir müddet sonra kendi cesaretine şaşırarak öyle kızarma, hic bir özentisiz, telaşsız, büyük ve geniş, suları; dibi görünecek kadar berrak , bir nehir gibi hayatin ortasında hep kendi kendisi olarak sakin, besleyici akmak olduğunu o gün değilse bile , o haftalar içinde öğrendi.''

Mümtaz Emirgan'da peşlerine takılan köpek yavrusunu seyrederken yine korkudan bahsediyor......'bu hiç olmazsa sevinmesini biliyor'' diye düşündü. İnsanoğlu tam sevinemz, bu onun için imkansızdır. Düşünce vardır, küçük hesaplar vardır ve Korku vardır. İnsanoğlu korkan mahluktur. ''Hangi büyük mucize bizi bu korkudan kurtarabilir?

Korku teması yer yer başka bölümlerde de işleniyor. Mümtaz'da süregelen Nuran'ı Huzur'u kaybetme korkusu Nuran'da sevmek, sevilmek, kendisine aşkına muhtaç olan erkeklerden korkmak olarak işleniyor.
...'Ben, diyordu, çok sevildim, onun için böyle perişan oldum. Sevdiğim ve  sevildiğim için bana muhtaç olanların hepsi bedbaht oldular. Kendi yakınında bu kadar canlı bir örnek varken, nasıl cesaret edebiliyorsunuz?
... Bir şeyden korkmak, biraz da onun geleceğini beklemektir.

Fahir' le yaptığı mutsuz evlilikte bu korkudan geliyordu.
.....Sevebileceği o kadar genç arkadaşı arasında hiç bir suretle sevmeyeceğini bildiği, yalnız iyi arkadaş olacaklarını sandığı Fahirle evlenmişti.

Kitap Mümtaz ve Nuran'in tutkulu aşkını anlatırken Üsküdar'dan Kandilli'ye' Emirgan'dan Talimhane'ye, Kocamustafapaşa'dan Küçük Çekmece'ye kadar Istanbul'u gezdirirken bazen Istanbul'u baş kahraman olarak öne çıkartıyor.Mümtaz ve Nuran ın aşkına Boğaz tüm güzelliği ile ev sahipliği yaparken eski Musiki onları birbirine bağlayan, ruhlarını besleyen bir unsur öne çıkıyor.
...Onun için ara sıra kendisine sorardı; ''Birbirimizi mi, yoksa Boğaz,ı mı seviyoruz.?'' Bazen çılgınlıklarını ve saadetlerini eski musikinin getirdiği coşkunluğa yorar, 'Bu eski sihirbazlar bizi ellerinde oynatıyorlar ' diye düşünür ve Nuran'ı onlardan ayrı düşünmeğe, yalnız başına ve kendi güzellikleri içinde aramağa çalışırdı.Fakat halita onun zannettiği kadar sathi olmadığı, Nuran, hayatına birdenbire gelişiyle kendisinde öteden beri mevcut olan, ruhunun büyük bir tarafını yapan şeyleri aydınlattığı adeta kendisini kabule hazır şeylerin arasında saltanatını kurduğu için, artık ne İstanbul'u, ne Boğaz'ı, ne eski Musik'yi , ne de sevdiği kadını  birbirinden ayırmağa imkan bulurdu.  Çünkü Boğaz onlara mazisiyle , hiç olmazsa bazı mevsimlerde kendiliğinden ayarladığı günün saatleriyle, o kadar canlı hatıranın konuştuğu, değişik güzelliği ile , hazır bir hayat çerçevesi getiriyordu. Eski Musikiye gelince, o kadar sıkı nizamlar içinde kıvranan, fırtına ve gül yağmurlarını boşaltan diyonizyak cümbüşüyle, insana telkin ettiği bütün ömrünce tek düşüncenin, tek ihtirasın avı ve nezri olmak, onun ocağında yanıp kül olduktan sonra , tekrar yanıp tekrar kül olak için dirilmek fikri ve birbirini çok eski ve adeta unutulmuş güzelliklerin içinden arayıp bulmak zevkiyle bu hazır ve her türlü ihtimali karşılayacak derecede zengin hayat çerçevesini doldurmağa teşvik ediyor, bunu yapabilmenin yolunu gösteriyor, onu yaşamağa içten onları teşvik ediyordu.

Musikinin gücü şu paragrafta şöyle yer almış.

..Mümtaz'a göre İstanbul peyzajı, bütün medeniyetimiz, kirimiz, pasımız, güzel tarflarımız, hepsi musikideydi. Garbın bizi anlamaması, aramızda yabancı olarak gezmesi de yine onu anlamamaktan geliyordu. Bu o kadar böyleydi ki, birçok peyzajlar, kendiliğinden nağme ile beraber gözlerinin önüne gelirdi.

 Nuran ve Mümtaz arasında geçen konuşma bize Şarkın güzelliğini şöyle anlatıyor.

Nuran tarikatleri çok merak ediyor, fakat ikisi de mistik yaratılışta olmadıklarından üzerinde durmuyorlardı.  
Nuran 
- ben o zamanlar dünyaya gelseydim, muhakkak Celveti olurdum.
- Şark bu, güzelliği de burada. Tembel, değişmekten hoşlanmaz, geleneklerinde adeta mumyalanmış bir dünya, fakat bir şeyi, çok büyük bir şeyi keşfetmiş. Belki vaktinden çok evvel bulduğu için kendine zararı dokunmuş..
- Nedir o?
- Kendisini ve bütün alemi tek bir varlık halinde görebilmenin sırrını. Belki de gelecek ıstıraplarını hissettiği için bu panzehiri bulmuş. 

Gelecekle ilgili bu diyaloğu tartışırken  Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Huzur kitabında geçen diyaloglardan şu paragraf belki de bugünü öngörmesi bakımından çok mühim diye düşündük.

........ Bugün bir insan Türkiye'yi her şey olabilir, sanabilir. Halbuki Türkiye yalnız bir şey olmalıdır; o da Türkiye. Bu ancak kendi şartları içinde yürümesiyle kabildir. Bizim ise elimizde adetten ve isimden başka bir şey, müsbet bir şey yok. Cemaatimizin adını biliyoruz, bir de nufus ve vatan genişiliğini......
... Bir imparatorluğun tasfiyesinden doğduk. Bu imparatorluk eski bir çiftçi imparatorluğuydu. Hala onun iktisadi şartları içinde bocalıyorz. Nufusumuzun yarısından fazlası istihsale açılmamış.Müstahsi olan da faydalı bir şekilde yapamıyor. Sadece çalışıyor emek sarfediyor. Fakat insan beyhude çalışırsa çabuk yorulur. Bakın, hepimiz yorgunuz! Ne insan ne de toprak geniş manasında ekonomimize, hayatımıza girmiş. Münferit teşebbüslerin ötesine bir türlü geçemiyoruz. Bugün çalışması yarının hızını arttırabilmelidir. Çok hareketli, meselelerle dolu bir coğrafyada yaşıyoruz.,;dünya her an sıkı bir birliğe gidiyor;buhran, buhran üstüne geliyor. Orta Avrupa'ya iktisaden kendimiz bağlamışız... Fakat muvazaa yıkılabilir, o zaman ne yapacağız?.....................
Çocuklarımızı muayyen yaşlara kadar okutmayı adet edindi. Bu çok güzel bir şey. Fakat günün birinde bu mektepler sadece işsiz adam çıkaracak, bir yığın yarı münevver hayatı kaplayacak. O zaman ne olacak?? Kriz...Bütün mesele burada. Dahili piyasayı genişletmekte. Yarı zırai, yarı sınai bir  iş hayatı temin edebiliriz O kadar hususi istihsal kaynaklarımız var ki. .................... Halbuki İstanbul'da planlı bir çalışma, cemiyetimizn yüzünü yirmi senede değiştirebilir. Al Şarki Anadol'yu. Ziraatle, hayvancılıkla muazzam imkanlar hazinesi görürsün.! ... Marmara serveti içinde gömülmüş uyuyor.
- İnsan da hayatın maddi bir tarafıdır.  Peguy'u okumadınmı?Ateş gibi; fakirlikinsanı güzelleştiri ve asilleştirir. Fakat sefalet hoyratlaştırı.; ruhen sefil eder. İnsan da insanı öldürü. İnsanlık şerefi ancak muayyen bir refah içinde mümkündür.

Kitabın 4. bölümünde Mümtaz Nuran'dan ayrılalı bir seneyi geçmiş ,Sultanhamam da İhsan için ilaç ararken bir yandan da her an çıkması muhtemel Harb'i düşünürken bir Hamal'a rastlıyor. Hamal ve Harbin bir arada ona düşündürdükleri dikkat çekici idi ve bizi bu konuda tartışmaya yönlendirdi.

'Muharebe olursa bu hamal askere gidecek! Ben de gideceğim. Fakat arada bir fark var. Ben Hitler'i ve fikirlerini tanıyor ve ona kızıyorum. Onunla sevine sevine dövüşürüm.Fakat bu biçare ne Almanya'nın ne de bu fikirlerin farkında. Bilmediği, tanımadığı bir davaya karşı harp edecek; belki de ölecek. 
'Peki netice?''
Fakat bu neticeyi alamadı.

Harbin, ihtilallerin, diktatörlerin karanlık tarafı net şekilde şu cümlede anlatılmış.;

....' Yalnız harpten iyi şey ummuyorum. Medeniyetin yıkımı olacaktır. Ne harpten, ne ihtilallerden, ne de halk diktatörlerinden bir şey çıkacağını umuyorum. Harp Avrupa'nın , belki dünyanın mutlak felaketi olacaktır. 

Ölüm ve Doktor ! İhsan'ın hastalanması ve bir doktor arayışına girmeleri ile yazar ölümün kaideleri, ölüm ve doktor arasındaki ilişkiyi anlattığı paragraf  dikkat çekici bölüm olarak üzerinde konuşmamızı sağladı.

''Doktor çağırmak adetti. Hastalar iyileşsin iyileşmesin doktor çağrılmalıydı. Ne hayat ne de ölüm adını verdiğimiz kardeşi, doktorsuz olurdu. Hele ölüm... Yaşadığımız dünyada başında doktor olmadan ölmek adeta ayıptı. Bu ancak muharebe meydanlarında, insanlar toptan, binlerce, on binlerce öldükleri zaman olabilirdi. Çünkü ölüm aslında pahalı bir şeydi.Fakat bazen ucuzlar herkesin olurdu.
O zaman ne doktora, ne eczacıya, ne ilaca, ne de her hangi bir şefkate ihtiyaç olmadan insanlar birbirlerinin içine geçerek, birbirleriyle en hususi taraflarını paylaşarak ölürlerdi. Fakat evinde, yatağında,kendine mahsus ölümle ölmek, bu muayyen kaideleri olan bir şeydi.   Hafız, papaz, doktor, Kur'an sesi, eczacı havanı, gözyaşı, takdis edilmiş su, çan sesi. ..Ancak bunlarla ölüm tamamlanabilirdi. 

Nuran ve Mümtaz İstanbul'un yazının keyfini doyasıya çıkarırken, her şey gibi mevsimlerde bitiyor. Yazın bitişini anlattığı bölüm son derece mahzundu. Sonbahar'ı ölüme,bitişe benzettiği bölüm;

 ''Yaz bittiği için mahzundular. Bir kaç gün evvel Nuran Mümtaz'a ilk kırlangıç kafilesinin başaları üstünden geçtiğini göstermişti. Bu sabah'ta yalıya, yolda bulduğu üç kuru meşe yaprağıyla gelmişti. Ölüm kurdu yaprakları kenarlarından ısırmış, yavaş yavaş, bir akşam kızıllığı ile ortasına doğru yürümüştü. 

Kitapta Nuran'ın oturduğu semt Kandilli bugünde İstanbul'un en nadide semti olarak bol bol karşımıza çıkıyor. Tarihi dokusunu korumuş Kandilli'yi ayrıntılı olarak Blog'da Kandilli bölümünde bulabilirsiniz.

New York'un Ford marka taksileri varsa Boğazın'da kayık'ı vardır. Kayık Boğaz için vazgeçilmezdir. Huzur'da Boğaz ve kayık bakın nasıl anlatılıyor.

''Boğaz'da kayık mevsim işi değildir. O Boğaz'ın tabii vasıtası, her saat başvurulan çare, her mizaca göre spor, eğlencedir. O kadar ki, Bir New York'lunun neden bir Ford ve ya başka bir marka otomobille doğmadığına şaşmayanlar bile, Boğaz'da doğan çocukların beraberinde bir sandalla dünyaya gelmediklerine şaşabilir.

( Boğaz ve kayıklarla ilgili kitap ilginizi çekiyorsa Mehmet Mazak'ın Boğaziçi ve Kayık Kültürü kitabını tavsiye ederim. Konu ile ilgili kitap hakkında bilgiye Blog'da Ulaşım bölümünden ulaşabilirsiniz.)

Ahmet Hamdi Tanpınar Hakkında Bilgi 


                                                    NE İÇİNDEYİM ZAMANIN
                                                     Ne içindeyim zamanın
                                                     Ne de büsbütün dışında;
                                                     Yekpare geniş bir anın
                                                     Parçalanmış akışında,
                                                     Bir garip rüya rengiyle
                                                     Uyumuş gibi her şekil,
                                                     Rüzgarda uçan tüy bile
                                                     Benim kadar hafif değil.

                                                     Başım sukutu öğüten
                                                     Uçsuz, bucaksız değirmen;
                                                     Içim muradıma ermiş
                                                    Abasız, postsuz bir derviş;

                                                    Koku bende bir sarmaşık
                                                    Olmuş dünya sezmekteyim,
                                                    Mavi, masmavi bir ışık
                                                   Ortasında yüzmekteyim


                                                       



Ahmet Hamdi Tanpınar, 23 Haziran 1901’de İstanbul’da doğdu. Babası Kadı Hüseyin Fikri Efendi'dir. Darülfünun-ı Osmani'nin (Bugünkü İstanbul Üniversitesi) Edebiyat Fakültesi’nden 1923’te mezun oldu. Erzurum, Konya ve Ankara'daki liselerde öğretmenlik yaptı. Gazi Terbiye Enstitüsü'nde (Gazi Eğitim Enstitüsü) edebiyat dersleri verdi. 1933'ten sonra İstanbul'da Kadıköy Lisesi'nde edebiyat öğretmenliği yaptı. Güzel Sanatlar Akademisi’nde sanat tarihi ve estetik dersleri verdi. 1939'da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde yeni kurulan Türk Edebiyatı Kürsüsü profesörlüğüne getirildi. 1942 ara seçimlerinde CHP'den Maraş Milletvekili olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne girdi, üniversitedeki görevinden ayrıldı. 1946 seçimlerinde tekrar aday gösterilmeyince bir süre Milli Eğitim Müfettişliği yaptı. Güzel Sanatlar Akademisinde tekrar derse girmeye başladı. 1949'da da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne döndü. Bu görevdeyken 24 Ocak 1962’de İstanbul’da yaşamını yitirdi. Adını ilk kez "Altın Kitap" dergisinde yayınlanan "Musul Akşamları" şiiriyle duyurdu. Dergah, Milli Mecmua, Hayat, Görüş, Ülkü, Varlık, Oluş, Kültür Haftası ve Aile dergilerinde şiirleri yayınlandı. Hece vezniyle yazdığı bu ilk şiirler, imge zenginliklikleri ve müzikal nitelikleriyle dikkat çeker. Edebiyat Fakültesi'nde öğrencisi olduğu Yahya Kemal Beyatlı'dan çok etkilendi. Gençlik yıllarında Yahya Kemal ve Ahmet Haşim'in talebesi ve dostu olmuş, Batı edebiyatından Paul Valéry ile Marcel Proust'u kendisine üstad olarak seçmiştir. Bu yazarlar edebiyatta güzellik ve mükemmeliyete önplanda yer verirler. Onlara göre edebiyat, tıpkı resim ve musiki gibi "güzel sanat"tır. Onlardan farkı, boya ve ses yerine, insanı ve hayatı anlatmada bu iki vasıtadan çok daha zengin olan dili kullanmasıdır.Ama ilk eserlerinde Yahya Kemal'den çok Ahmet Haşim izleri görülür. Haşim gibi o da küçük yaşta kaybettiği annesinin yokluğundan duyduğu acıyı ve kendisini avutacak bir sevginin özlemini dile getirir. İçe dönük bir bakışla doğa ile iletişim kurmaya çalışır. Şiirinin bir başka yönü Bergson felsefesinden kaynanlanan zaman kavramıdır. Onun eserlerinde zaman, basit bir süreklilik değil, çok katlı ve karmaşık bir akıştır. "Ne İçindeyim Zamanın", "Bursa'da Zaman" şiirleri bu olgunun örnekleridir. İlk romanı "Mahur Beste" 1944'te Ülkü Dergisi'nde yayınlandı. Osmanlı Devleti'nin son döneminde seçkin bir çevrenin yaşayışını sergileyen bu romanın ardından, kendi yaşamından da izler taşıyan "Huzur" 1949'da basıldı. Huzur, hem bir aşk hem de Tanpınar'ın İstanbul'a olan derin sevgisinin romanıdır. Estetik anlayışının, kültür birikiminin ve geçmiş kültürlere yaslanan yaşam felsefesini yansıttığı bu kitabı Tanpınar'ın en yetkin romanı sayılır. Romanda, Mümtaz ile Nuran'ın aşkı çerçevesinde Doğu ile Batı, eski ile yeni, geçmişin değerleriyle var olan değerler, aşk ile toplumsal sorumluluk arasındaki çatışmayı ve bu çatışmanın doğurduğu bireysel bunalımları irdeler. 1950'de Yeni İstanbul gazetesinde yayınlanan ancak ölümünden sonra 1973'te basılan "Sahnenin Dışındakiler" ile 1961'de basılan "Saatleri Ayarlama Enstitüsü"nde de iki uygarlık, iki değerler sistemi arasında bocalayan Türk toplumunun ironik tablosu çizilir. Ölümünden sonra plan ve notlarına dayanılarak biraraya getirilen ve 1987'de yayınlanan "Aydaki Kadın" da da aynı irdeleme vardır. Şiir, roman ve yazılarının yanısıra İstanbul, Bursa, Ankara, Ersurum ve Konya kentlerini doğal, tarihsel ve kültürel yapılarıyla anlattığı 1946'da basılan "5 Şehir" önemli eserleri arasındadır.

23 Ocak 1962 günü geçirdiği kalp krizi ile Haseki Hastanesi'ne kaldırıldı. Ertesi sabah, ikinci bir krizle hayata veda etti. Namazı Süleymaniye Camii'nde kılınan Ahmet Hamdi Tanpınar'ın cenazesi Rumeli Hisarı Kabristanı'nda, hocası ve dostu Yahya Kemal'in yanı başına defnedildi. Mezartaşı üzerinde çok bilinen "Ne İçindeyim Zamanın" şiirinin ilk iki mısrası yazılmıştır:



ŞİİRLERİ: 

Bütün Şiirleri (1976-1981)

ROMANLARI: 
Mahur Beste (tefrika 1944 - basım 1975)
Huzur (1949-1983)
Sahnenin Dışındakiler (tefrika 1950- basım 1973)
Saatleri Ayarlama Enstitüsü (1961-1977)
Aydaki Kadın (ölümünden sonra 1987)

ÖYKÜLERİ: 
Abdullah Efendi’nin Rüyaları (1943-1983)
Yaz Yağmuru (1955-1983)
Hikayeler (Kitaplaşmayan iki hikayesiyle birlikte tüm öyküleri, 1983)

DENEME:
Beş Şehir (1946-2001)
Edebiyat Üzerine Makaleler (1969-1977)
Yaşadığım Gibi (1970-1977)

ANTOLOJİLERİ:
Tevfik Fikret (1937-1944)
Namık Kemal (1942)
Yahya Kemal (1940-1982)
19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi (Ancak birinci cildini tamamlayabildi, 1942-1985)

Kaynak; edebiyatogretmeni.net, vikipedi


Hiç yorum yok: